
Yönetmenliğini Christopher Nolan’ın yaptığı, birçokları tarafından trailerları izlendikçe aylarca ve heyecanla beklenen 2010 yapımı Inception şüphesiz ki son zamanların en iyi filmlerinden. Üstelik çıktığı günden bu yana, aynı kulvarda daha iyisinin gelmediğini düşünüyorum. Bu film her alanda harikalar yaratmış bir film. Öncelikle yönetmeninin giderek yükselen kariyerinden bahsetmek yanlış olmaz. Christopher Nolan pek çok güzel film yaptı ancak Inception’a kadar çektiği/yazdığı en iyi üç film Memento , Prestige ve The Dark Knight Rises olarak akıllarda yer etti. Hatta Inception çekilene kadar pek çok hayranı artık daha üstüne çıkamayacağını düşünüyordu ki Inception yapılan tüm yorumları yerle bir ederek Nolan filmlerinin zirvesine yerleşti.
Inception, filmin konusunun anlatılmasından ziyade üzerinde konuşulması gereken bir film. Tüm uzunluğuna rağmen defalarca izlenebilecek, üstelik de her izlendiğinde içine girebileceğiniz filmlerden. Çünkü filmin her karesi dolu. Filmden felsefik çıkarımlar yapmak da mümkün, psikolojik kuramlara yapılan göndermeleri bulmak da. Ancak tüm bunları bulma amacında değilseniz bile, olay örgüsü, heyecanlı sahneleri ve ilginç kurgusuyla bile en azından iki kere izlenmeyi hak ediyor.
Bazı sosyal medya platformlarında Matrix’le aynı kefeye koyulmuş ve hatta Matrix’in 2000’lerin başından sonraki film endüstrisinin değişimine yol açtığı gibi Inception’ın da 2010 sonrası filmlerde bir değişime yol açabileceği iddia edilmiş. Bu da benim de katıldığım bir fikir olduğundan buraya da almayı seçtim. Zira Inception birçok rüya kuramından (Freud, Lacan ve Sagan) açıkça esinlenen bir film. Aynı zamanda Matrix üçlemesiyle de benzer birçok yanı var.
Filmin konusuna gelecek olursak; Dom Cobb (Leonardo Di Caprio) bir hırsızdır. Ancak bu hırsızlık bildiğimiz bir tarzda değildir. Cobb, bir fikir hırsızıdır. İnsanların zihinlerine rüyalar aracılığıyla girerek onların fikirlerini çalmaktadır. Pek çok klasik aksiyon filminde olduğu gibi, yine Cobb’a son bir iş teklifi gelir ve o da bunu kabul ederek en iyi adamlardan oluşan ekibini toplar. Yalnız yapılacak son iş’in bir farklılığı vardır; Bu sefer bir fikir çalmayacak, bir fikir yerleştirecektir.

Konusunu bir önceki paragrafta kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz filmin yardımcı oyuncularından da söz etmemek olmaz. Zira yardımcı oyuncuların her biri daha önce birer filmde başrol oynamış ve kendini zaten kanıtlamış kişiler. Ancak Leonardo Di Caprio filmde daha baskın bir profil çizdiğinden, konuyu ana hatlarıyla anlatırken sadece kendisinin adının geçmesi doğal. Cobb’un en has adamı rolünde 500 Days of Summer’dan hatırlayacağımız Joseph-Gordon Lewitt var. Kendisi, 500 Days of Summer’da neredeyse sevimli bir oğlan çocuğunu canlandırmışken, Inception’da oynadığı rolün hakkını veriyor. Aynı zamanda bir diğer önemli yardımcı rolde Ellen Page’i görüyoruz. Sanırım kendisini bir kısmımız Juno’dan hatırlayacaktır. Onun da bu filmde fazlasıyla büyüdüğünü ve ciddi rollere yakıştığını düşünebiliriz.

Diğer yardımcı rollerin her birine uzun paragraflar ayırmak isterdim ancak yalnızca isimlerini anmakla yetineceğim. Ken Watanabe, Micheal Caine ve Marion Cotillard bu yardımcı rollerin başlıcaları. Her karakter kendi içinde harikalar yaratmış olsa da, Leonardo Di Caprio eskiden getirdiği “baby face” imajını yerle bir ederek, kendisinin görünenden çok daha iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor.
Film, olay örgüsü itibariyle bir yandan ana konuyu işlerken bir yandan da bizi bilinçaltının derinliklerinde yolculuğa çıkarıyor. Ancak film o kadar iyi örülmüş ki, her hangi bir noktada bir falso verdiğini görmüyoruz. Üstelik sürekli olarak ‘hikaye içinde hikaye’ şeklinde ilerleyen bir film olmasına karşın, bizi Lost gibi cevapsız sorularla bırakmıyor. Aksine cevabını verebildiği tüm soruları cevaplıyor ve filmin sonunu da özellikle seyirciye bırakıyor. Yani bir nevi Nolan seyircinin zihnine rüya/gerçeklik ayrımına dair fikirler ekmiş oluyor. Aslında inception’a maruz kalmış olan bizler olarak bitiriyoruz filmi.
IMBD puanı 8.8, oyuncuları ve yönetmeni şahane. Yani diyeceğim o ki: Bu filmi izlemediyseniz bir an önce izleyin. Hatta bir kere değil, daha fazla izleyin. Daha ayrıntılı özümsemek adına da ayrıntılı araştırmalar yapıp, üzerinde düşünürseniz elde edeceğiniz sonuçtan memnun kalacağınız aşikar.
Yazan: Tuğçe Öpöz