30 Ekim 2012 Salı

Star Wars 7 Geliyor!

  Bir adam düşünün ve bu adam bir filmden (Indıana Jones serisini saymazsak) milyon dolarlar kazanıyor hatta şimdide milyar dolarları kazanıyor. Kim mi bu adam ? Tabiki George Lucas. Walt Disney şirketi geçen gün içinde Marvel Comics'i 4 milyar dolara satın aldığı gibi aynı parayı vererek Lucasfilm'i bünyesine kattı. Ve bu olay olduğu gibi yaptığı açıklamada Star Wars VII'nin 2015'de çekileceğini açıkladı. 
  Bana sorarsanız Star Wars serisi 5 film olsaydı eksik olurdu, 7 filmde olsa eksik olurdu. Ama iş paraya geldiğinde Walt Disney Star Wars ile çok ama çok paralar kazanacak. Şimdiden 2015'i iple çekiyoruz.
Yazan: Hürrem Erdoğan

The Wolverine'den Teaser Poster

 2013 yılında gösterime girecek olan The Wolverine filminin başrolünde Hugh Jackman var desem kimse şaşırmaz herhalde.Wolverine bu sefer kendini Japonyada samurayların arasında buluyor.Wolverine serileri bu gidişle ününe ün katmaya devam ederken Hugh Jackman 6. kez Wolverine olarak beyaz perdede karşımıza çıkacak ve sanırım Hugh Jackman ve saçları olduğu sürece Logan'da olacak.
Yazan: Hürrem Erdoğan

29 Ekim 2012 Pazartesi

Iron Man 3'den Fragman ve İlk İzlenimler

  Marvel'in Örümcek Adam'la beraber para bastığı diğer kahraman Demir Adam (Iron Man) daha geniş kitlelere yayılmaya devam ediyor. Tam tarihi belli olmamakla beraber Marvel yayınladığı son fragmanla 2013 tarihinde gösterime gireceğini ilan etti. Başrollerinde her zamanki gibi Robert J. Downey yer alıyorken karşısına bu sefer düşmanı olarak Ben Kingsley geçiyor. Memento'dan tanıdığımız Guy Pearce'de cabası.
  Iron Man 2 den yana tasarımcılar boş durmamış ve 3. filmde bizi bambaşka bir kostümle şaşırtmayı düşünüyor.Görsellerden bakacak olursak Captain America gibi Amerikan bayrağına hitafen mat mavi ve mat kırmızıya bürünmüş. Birazda War Machine benzememiş değil. Sözü daha fazla uzatmanın anlamı yok, karşınızda Iron Man 3'ün fragmanı! 
Yazan: Hürrem Erdoğan




19 Ekim 2012 Cuma

Abraham Lincoln: Vampir Avcısı / Vampire Hunter


  Sonunda. Uzun zamandır görsellik ve fantastik bakımdan kendimi bu kadar doyurmamıştım. Görselliği o kadar iyiydi ki kendimi Abraham Lincoln'ün ek iş olarak vampir avına çıktığına inandırdım. Tamda kendi kendime vampir piyasası bitti, artık yapımcılara o kadar para kazandırmaz dediğim anda çıktı bu film. Para kazandırdı mı kazandırmadı mı diye soracak olursanız. Size kısaca kazandırmış diyebilirim. Her sahnesi ayrı bir efektle süslenmiş filmin bütçesi 69 milyon dolar. Kurgu şahane ve sürükleyici, hiç kendinden bıktırmıyor. İki saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. 
  Filmin yönetmenliğini değişik işlerin adamı Timur Bekmambetov yapıyor. Değişik iş demişken Wanted'dan bahsediyorum.Yapımcısı ise Tim Burton. Filmin oyuncu kadrosunda fazla tanınan isimler yok, en azından benim için bu böyle. Abraham Lincoln'ü canlandıran Benjamin Walker'ı eskiden fazla beyaz perdede görmemiş olsakda bu filmden sonra sık sık beyaz perdede göreceğimize eminim. En azından gözden kaçmayacak kadar Liam Neeson'a benzerliğinden ötürü. Abraham'ın vampir hocası rolündeki Dominic Cooper filmin diğer oyuncuları Abraham'ın eşi Mary Todd (Mary Elizabeth) ve çocukluk arkadaşı Will Johnson (Anthony Mackie) gibi hep önemli filmlerde en arka planda kalan oyunculardı. Bu filmde biraz ön plana çıkmışlar. Umarım daha da ön plana çıkarlar.

  2012 yapımı filmden biraz bahsedecek olursak, filmi yüzeysel bakarsanız her şey güzel hoş. Fakat biraz irdelerseniz filmde mantık hataları ve o kadar güzel görselliklerin arasında anormallikler göze çok net çarpıyor. En basit örneğiyle ben şu ana kadar izlediğim filmlerde gümüşle vampir değil kurtadam öldürdük. Bu filmde ilk defa böyle bir şey karşımıza çıkıyor üstüne üstlük gümüş filmin dönüm noktası haline geliyor. Umarım Timur Bekmambetov'un yaptığını Hollywood alışkanlık haline getirmez. Alın kazığınızı öyle öldürün dedirtiyor izleyenlere.Filmden en zevk aldığım sahneler Abraham'ın annesinin katili olan Barts adındaki vampiri atların üzerindeki kovalama sahnesi ve final sahnesinde trenin üstündeki bir baltayı iki kişinin kullandığı sahne. Keşke tren sahnesini tümden etkileyici sahne olarak alsaydım ama yeşil sahne (green box) uygulandığı net bir şekilde belli. Ayrıca yıllardır düşmanı olan vampirlerin yaratıcısı Adam'ın ölüm sahnesi de "böyle mi olacaktı" dedirtiyor bizlere.
  Konusuna gelecek olursak sizinde yazının geri kalanından tahmin edeceğiniz gibi; Abraham Lincoln'ün biyografisi şeklinde ilerliyor, nasıl başkan olduğundan bahsediyor tabi fantastik olarak anlatıyor desek daha olur. Ve Başkan Lincoln'ün günlüklerinden yola çıkarak nasıl Vampir Avcısı olduğunu ve ülkenin asilere karşı mücadelesinin vampir boyutuna taşıyor.
  Filmi izleyeceklere tavsiyede bulunmak gerekirse görsellik arayanlara önerilir ama mantık aramaya kalkışırsanız biraz canınızı sıkabilir.Ben görsellik arıyordum aradığımı buldum.

                                             "Her kişi özgür kalana kadar, hepimiz köleyiz."
Yazan: Hürrem Erdoğan



Django Unchained Filminden Karakter Posterleri Yayınlandı

  Ünlü yönetmen Quentin Tarantino'nun son filmi Django Unchained (Zincirsiz) filminden karakter posterleri yayınlandı. ülkemizde 18 Ocak 2013 tarihinde vizyona girecek bu filmde Tarantino'da küçük bir rolde görev alıyor. Jamie Foxx, Leonardo DiCaprio ve Samul L. Jackson gibi ünlü oyuncular yer alıyor. 








Yazan: Hürrem Erdoğan

14 Ekim 2012 Pazar

Başlangıç / Inception



  Yönetmenliğini Christopher Nolan’ın yaptığı, birçokları tarafından trailerları izlendikçe aylarca ve heyecanla beklenen 2010 yapımı Inception şüphesiz ki son zamanların en iyi filmlerinden. Üstelik çıktığı günden bu yana, aynı kulvarda daha iyisinin gelmediğini düşünüyorum. Bu film her alanda harikalar yaratmış bir film. Öncelikle yönetmeninin giderek yükselen kariyerinden bahsetmek yanlış olmaz. Christopher Nolan pek çok güzel film yaptı ancak Inception’a kadar çektiği/yazdığı en iyi üç film Memento , Prestige ve The Dark Knight Rises olarak akıllarda yer etti. Hatta Inception çekilene kadar pek çok hayranı artık daha üstüne çıkamayacağını düşünüyordu ki Inception yapılan tüm yorumları yerle bir ederek Nolan filmlerinin zirvesine yerleşti.

  Inception, filmin konusunun anlatılmasından ziyade üzerinde konuşulması gereken bir film. Tüm uzunluğuna rağmen defalarca izlenebilecek, üstelik de her izlendiğinde içine girebileceğiniz filmlerden. Çünkü filmin her karesi dolu. Filmden felsefik çıkarımlar yapmak da mümkün, psikolojik kuramlara yapılan göndermeleri bulmak da. Ancak tüm bunları bulma amacında değilseniz bile, olay örgüsü, heyecanlı sahneleri ve ilginç kurgusuyla bile en azından iki kere izlenmeyi hak ediyor.

  Bazı sosyal medya platformlarında Matrix’le aynı kefeye koyulmuş ve hatta Matrix’in 2000’lerin başından sonraki film endüstrisinin değişimine yol açtığı gibi Inception’ın da 2010 sonrası filmlerde bir değişime yol açabileceği iddia edilmiş. Bu da benim de katıldığım bir fikir olduğundan buraya da almayı seçtim. Zira Inception birçok rüya kuramından (Freud, Lacan ve Sagan) açıkça esinlenen bir film. Aynı zamanda Matrix üçlemesiyle de benzer birçok yanı var.
  Filmin konusuna gelecek olursak; Dom Cobb (Leonardo Di Caprio) bir hırsızdır. Ancak bu hırsızlık bildiğimiz bir tarzda değildir. Cobb, bir fikir hırsızıdır. İnsanların zihinlerine rüyalar aracılığıyla girerek onların fikirlerini çalmaktadır. Pek çok klasik aksiyon filminde olduğu gibi, yine Cobb’a son bir iş teklifi gelir ve o da bunu kabul ederek en iyi adamlardan oluşan ekibini toplar. Yalnız yapılacak son iş’in bir farklılığı vardır; Bu sefer bir fikir çalmayacak, bir fikir yerleştirecektir.
  Konusunu bir önceki paragrafta kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz filmin yardımcı oyuncularından da söz etmemek olmaz. Zira yardımcı oyuncuların her biri daha önce birer filmde başrol oynamış ve kendini zaten kanıtlamış kişiler. Ancak Leonardo Di Caprio filmde daha baskın bir profil çizdiğinden, konuyu ana hatlarıyla anlatırken sadece kendisinin adının geçmesi doğal. Cobb’un en has adamı rolünde 500 Days of Summer’dan hatırlayacağımız Joseph-Gordon Lewitt var. Kendisi, 500 Days of Summer’da neredeyse sevimli bir oğlan çocuğunu canlandırmışken, Inception’da oynadığı rolün hakkını veriyor. Aynı zamanda bir diğer önemli yardımcı rolde Ellen Page’i görüyoruz. Sanırım kendisini bir kısmımız Juno’dan hatırlayacaktır. Onun da bu filmde fazlasıyla büyüdüğünü ve ciddi rollere yakıştığını düşünebiliriz.
  Diğer yardımcı rollerin her birine uzun paragraflar ayırmak isterdim ancak yalnızca isimlerini anmakla yetineceğim. Ken Watanabe, Micheal Caine ve Marion Cotillard bu yardımcı rollerin başlıcaları. Her karakter kendi içinde harikalar yaratmış olsa da, Leonardo Di Caprio eskiden getirdiği “baby face” imajını yerle bir ederek, kendisinin görünenden çok daha iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor.
 Film, olay örgüsü itibariyle bir yandan ana konuyu işlerken bir yandan da bizi bilinçaltının derinliklerinde yolculuğa çıkarıyor. Ancak film o kadar iyi örülmüş ki, her hangi bir noktada bir falso verdiğini görmüyoruz. Üstelik sürekli olarak ‘hikaye içinde hikaye’ şeklinde ilerleyen bir film olmasına karşın, bizi Lost gibi cevapsız sorularla bırakmıyor. Aksine cevabını verebildiği tüm soruları cevaplıyor ve filmin sonunu da özellikle seyirciye bırakıyor. Yani bir nevi Nolan seyircinin zihnine rüya/gerçeklik ayrımına dair fikirler ekmiş oluyor. Aslında inception’a maruz kalmış olan bizler olarak bitiriyoruz filmi.
  IMBD puanı 8.8, oyuncuları ve yönetmeni şahane. Yani diyeceğim o ki: Bu filmi izlemediyseniz bir an önce izleyin. Hatta bir kere değil, daha fazla izleyin. Daha ayrıntılı özümsemek adına da ayrıntılı araştırmalar yapıp, üzerinde düşünürseniz elde edeceğiniz sonuçtan memnun kalacağınız aşikar.
Yazan: Tuğçe Öpöz



13 Ekim 2012 Cumartesi

Şeytan Çarpması / The Exorcism of Emily Rose

        2 yıl önce televizyonda izlediğim bayağı da etkilendiğim bir filmdir şeytan çarpması. Zaten oldum olası sevmişimdir korku filmlerini hele ki şeytan söz konusu ise. Scott Derrickson’ın yönettiği 2005 yapımı film gerçek bir hikayeden uyarlamadır. Emily Rose aslında Anneliese Michel’dir. Film daha çok, şeytanı geçtim din ile uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan bir avukat (Laura Linney) , şeytan çıkarma ile ün salmış bir papaz (Tom Wilkinson) ve Emily Rose (Jennifer Carpenter) arasında geçmektedir. Emily Rose’u oynayan Jennifer Rose’u Dexter’dan hatırlarsınız işini iyi yapan oyunculardandır kendisi.  Ayrıca buradaki performansı ile burulma sahnelerinde hiçbir görsel efekt kullanılmayışıyla MTV Film Ödülleri’nde ‘En iyi korkma performansı’ ödülünü hak etmiştir.
        Filmi özetlemek gerekirse; Emily için aslında epilepsi ve psikoz tanıları daha uygun bulunmuştur doktorlar tarafından ama aslı hiç de öyle değildir. Her şey bir gece şeytan için kritik saat olan 03.00’te Emily’nin yanık bir koku duyması  ve bazı nesnelerin hareket etmesini görmesi ile başlar. Tüm bunların ardından Emily okula gitmeyi bırakır, ailesinin yanına döner. Bu durumu epilepsiden ziyade şeytan çarpması olarak algılayan aile, papazdan şeytan çıkarma ayini talep eder. Şeytan çıkarmayı papaz daha kolay çıkabileceğine inandığı için cadılar bayramında gerçekleştirir. Şeytan çıkarma esnasında ve devamında papaz Emily’e kendini tanıt dediğinde tek değil altı tane olduğunu söyler ve şeytanların her biri kendini tanıtır kendi dillerinde. Bunlar bilindiği üzere; Kabil (İbranice), Neron( Latince), Yehuda(Antik Yunanca), Legion (Almanca), Belial (Aramice) ve Lucifer (İngilizce)’dir.  Emily ölmeden önce de bir mektup yazmıştır, mektupta şeytandan hiçbir zaman kurtulamayacağını söylemiş ve eğer ruhu bedeninden ayrılmazsa insanlara Tanrı ve şeytanın varolduğunu gösterebileceğini söylemiştir. Emily’nin vücudunda daha sonra yaralar oluşmuş ve daha sonra beklenen olmuştur. Savunma avukatına bakılacak olursa da o yaraları Emily kendisine yapmıştır ve haliyle papaz ve aile ihmalkarlıktan suçlanmalıdır. İşte film bu ve bunun  gibi gözünüzde canlandırabileceğiniz sahnelerle devam etmektedir.


Filmin gerçek öyküsüne bakıldığında ise; 1976 yılında başarısız geçen bir şeytan çıkarma ayini sonrasında ölen Katolik bir Alman genci Anneliese Michel'in gerçek hikayesinden esinlenilerek yaratılmıştır. Mahkeme Michel'in epilepsinin olduğunu kabul etmiş, doğaüstü iddaaları reddetmiştir. şeytan çıkarma ayininde bulunan iki papaz ve Michel'in ailesi, ihmalkarlıktan ve kasıtsız adam öldürme suçundan hüküm giymiştir. Halen de Michel'in mezarı, Katolikler tarafından hac yeri olarak kabul edilmekteymiş. Bu bilgiyi de gerçek bir hikayeden uyarlama olduğunu öğrenip araştırdıktan sonra öğrendim ve sizlerle de paylaşmak istedim.

      
        Diyeceğim odur ki; korku severim hele ki yer yer gerilsem de ne kadar güzel olur derseniz; hem de bir yandan şeytanlar hakkında bilgilenmekte isterseniz çekilmiş bir sürü şeytan çarpması filmi arasında izlenilmesi gereken iyi filmler arasındadır.
Yazan: Zeynep Erdoğan

Bu Yıl Ne İzledik?


  Yılın sonuna yaklaşırken gişe hâsılatı değerlendirmeleri de son şeklini almaya başladı. Bu yıl ülkemizde en fazla izlenen filmler hangileri; yerli yapımlar, yabancıları solladı mı gibi soruların cevapları artık neredeyse belli. 
  Yılın 40. haftasındayken açıklanan rakamlar gösteriyor ki; bu yıl 87 yerli film sinema perdelerinde oynamış ve her 100 izleyiciden 44’ ü bu yerli filmleri izlemiş. Bu yıl 40 haftada satılan sinema bileti sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 8 artış göstermiş. Sinemalarda geçen yıla oranla seyirci sayısı 2 milyon 261 bin 358 kişi artmış ve toplam 31 milyon 646 bin 459 kişi bilet almıştır. 
  2010 ve 2011 de Türkiye’ de en çok izlenen 3 film de yerli yapımken, bu yıl üçüncü sıradaki film yabancı ve tüm dünyada çok izlenen bir serinin devam filmi. 
  Açık ara farkla yılın gişe rekortmeni filmi, yüksek bütçesiyle dikkatleri çeken: “Fetih 1453”. 6 bin 559 kişinin izlediği film bu yıl en fazla izlenen yapım. Bir çağı kapatan ve diğer bir çağı başlatan İstanbul’ un fethini konu alan Fetih 1453, Türkiye izleyicileri tarafından beğenilmiş ve en çok izlenen film olmuştur. Hatırlatmak gerekir ki filmin IMDB puanı da 8.5’ dir.
  Bu yılın en çok izlenen 2. filmi: “Berlin Kaplanı”. Komedi dalındaki film bir boksörün hikayesini konu almaktaydı ve sinemada 1982 kişi tarafından izlenmiş.
  Yılın en çok izlenen 3. filmi ise: “Buz Devri 4-Kıtalar Ayrılıyor”. Serinin 4. Filmi 3 boyutlu olarak gösterime girdi ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok fazla izlendi ve beğenildi. Türkiye’ de 1832 kişiye bilet aldırtan film, ABD yapımıdır.

Türkiye'de bu yılın 40 haftasında en çok izlenen ilk 10 film şöyle:
1. Fetih 1453
 2. Berlin Kaplanı
3. Buz Devri 4: Kıtalar Ayrılıyor
4. Sen Kimsin
5. Sümela'nın Şifresi Temel
6. Kara Şövalye Yükseliyo r
7. Çizmeli Kedi
8. Yenilmezler
9. Açlık Oyunları
10. Kurtuluş Son Durak

Merak edenler için;
 2011’ in en çok izlenen 3 filmi sırasıyla: Eyvah Eyvah 2, Aşk Tesadüfleri Sever, Allah’ın Sadık Kulu.
 2010’ un en çok izlenen 3 filmi sırasıyla: New York’ta Beş Minare, Recep İvedik 3, Eyvah Eyvah.

Yazan: Ceren Gökdağ

12 Ekim 2012 Cuma

Sefiller / Les Misérables Karakter Posterleri

 Les Misérables yani sizin bildiğiniz ismiyle Sefiller, Tom Hooper'ın gözünden beyaz perdeye aktarılıyor. Filmin oyuncu kadrosu gözden kaçmayacak kadar kaliteli oyunculardan oluşuyor. Hugh Jackman, Russell Crowe, Anne Hathaway, Helena Bonham Carter sadece onlardan biri. Müzikal olan filmin posterlerine gelecek olursak Russell Crowe'un olduğu posterde 'I am Law' (Ben kanunum) yazısı dikkatlerden kaçmıyor. Film aralık ayında vizyona girecek.
Yazan: Hürrem Erdoğan




11 Ekim 2012 Perşembe

Hitchcock Filminden İlk Fragman Yayınlandı

  Bugün itibariyle Hitchcock filminden ilk görselleri yayınlamıştık. Aynı gün içerisinde filmin fragmanı yayınlandı. Yönetmen bu filmde Alfred Hitchcock'un unutulmazlar arasına giren filmi Psycho'nun çekim sürecini konu alıyor.
Yazan: Hürrem Erdoğan


Hitchcock 2013'de Geliyor


 Alfred Hitchcock'un hayatını konu alan 'Hitchcock'u Sacha Gervasi yönetiyor. Filmin oyuncu kadrosunda Anthony Hopkins Hitchcock'u canlandırırken, Janet Leigh'i ise Scarlett Johansson canlandırıyor. Kadro bu iki isimle de kısıtlı değil Helen Mirren'den tutunda, James D'Arcy, Jessica Biel ile kadro rengarenk. 15 Mart 2013 tarihinde gösterime girecek bu filmin oyuncu benzerlikleride dikkatden kaçmayacak kadar iyi. Aşağıdaki resimden de benzerlikleri görebilirsiniz.
Yazan: Hürrem Erdoğan



9 Ekim 2012 Salı

Can Dostum / Intouchables


  Fransız sinemasından hiç haz etmem. Aptal Bollywood filmlerinden sonra en nefret edilesiler sıralamasında ikincidir benim için. Ama bozuk bir saatin günde iki kez de olsa doğru zamanı göstermesi gibi Fransız sineması da arada bir güzel filmler yapıyor. 
  Hem Intouchables(2011) ‘ı hem de orijinal adı Good Will Hunting(1997) olan ABD yapımı başka bir filmi  ‘Can Dostum’ olarak çevirip bu iki filmin karıştırılmasına sebep olan çevirmenlerin yaz sıcağında pişik olmasını diledikten sonra filmden bahsedelim diyorum.
  Intoucables, geçirdiği yamaç paraşütü kazasından sonra felç olan zengin bir adamın cezaevinden yeni çıkmış olan Driss isimli siyahî genci bakıcı olarak işe almasıyla başlıyor. Driss’in rengârenk kişiliği ve felçli bir adamın hayata tutunma çabası izleyenlerin yüzünde film boyunca hiç silinmeyen bir gülümseme yaratıyor. İzlemeden önce çok acıklı bir konuya sahip olduğunu düşündüğüm Intouchables’ın izlerken beni kahkahalarla güldürmesine ne demeli?
 Yaşanmış bir hikayeden yola çıkılarak çekilmiş filmin yönetmeni Olivier Nakache ve IMDB puanı 8.6. Oyuncular Omar Sy ve François Cluzet in harikalar yarattıkları film daha önceki Fransa rekorlarının sahipleri olan "Amélie" (173 milyon dolar) ve "The Fifth Element" (263 milyon dolar) filmlerini de geride bırakmış ve 300 milyon dolar hasılat ile en çok izlenen Fransız filmi olmuş.
  Her gün yeni bir filmin vizyona girdiği bu zamanda muhtemelen fark edilmeyecek ama fark edenleri çok mutlu edecek ev yapımı tavuk suyuna çorba tadında sıcacık bir film.
Yazan: sadecezgi

8 Ekim 2012 Pazartesi

İnanılmaz Örümcek-Adam'ın Devam Filmi Geliyor


 Ailenizin süper kahramanı Spiderman, üçlemeden sonra Amazing Spider Man'le bu sene karşınıza çıktı. Marvel'i bundan 10-15 yıl önce ipten alan ve şirketin ayakta kalmasını sağlayan karakteri hiç bir şirket bitirmek istemez. Hele ki ilk filmden 751 milyon dolar gişe hasılatı yapmışsa. Bu yüzden olsa gerek 2. filmi bizlerle 2014 yılında buluşturmaya karar almışlar. 
 Devam filmde Andrew Garfield yine Peter Parker'ı canlandıracak isim olacak, yönetmen koltuğunda yine Marc Webb yer alıyor. Gwen Stacy'i canlandıran Emma Stone'nunda kesin olmamakla beraber bu filmde yer alması bekleniyor. 
Yazan: Hürrem Erdoğan

7 Ekim 2012 Pazar

The Lone Ranger'dan Fragman


  5 temmuz 2013 de gösterime girecek olan The Lone Ranger bir Western filmi olarak karşımıza çıkıyor. Yönetmen Gore Verbinski Johnny Depp'in yakasını bırakmıyor yönetmenin son 4 filminin ana karakterini Johnny Depp canlandırıyor. Ayrıca bu aralar izlediğim ve izleyeceğim filmlerin vazgeçilmez oyuncusu Helena Bonham Carter olmasıda ayrı bir kader.The Lone Ranger'ın yakın zamanda yayınlanan fragmanı;
Yazan: Hürrem Erdoğan

5 Ekim 2012 Cuma

Dövüş Kulübü / Fight Club


First rule of fight club is: Do not talk about ‘fight club’
Second rule of fight club is: Do not talk about ‘fight club’

  1999 yapımı, Chuck Palanhuik’in aynı adlı kitabından yola çıkılarak çekilen film, konusu itibariyle oldukça çarpıcı. Başrollerinde Edward Norton, Brad Pitt ve şahsi hayranlığımın bulunduğu Helena Bonham Carter olması daha en başta filme olan merakı körüklüyor. Ki filmi izlemeden önce IMBD’ye göz atarsanız da puanının 8.9 olduğunu görebilirsiniz. Yönetmenliğini The Curious Case of Benjamin Button’dan da hatırlayacağımız David Fincher yapıyor. Tüm bunların üstüne film de her türlü beklentiyi karşılayıp, üzerine de şok edici bir şekilde bitince tadından yenmeyen bir karışım çıkıyor ortaya.
  Film hayatının oldukça anlamsız olduğunu düşünen bir otomobil firması çalışanının kronik uykusuzluk şikayetiyle doktora gitmesi ve doktorun ona biraz kanser hastalarıyla takılmasını önermesiyle başlıyor. Kanser hastalarıyla takılırken Marla Singer’la (Helena Bonham Carter) tanışması karakterimizin yaşadığı büyük bir dönüm noktası. Bir diğer dönüm noktası da çıktığı yolculukta Tyler Durden’la  (Brad Pitt) tanışması diyebiliriz. Yine bu yolculuk sonrası evine döndüğünde artık dönecek bir evi olmadığını çünkü bu evin yangında kül olduğunu görüyoruz. Bunun üzerine karakterimiz Tyler Durden’in yanına taşınıyor ve olaylar gelişmeye başlıyor.
  Bu filmdeki en önemli noktalar şüphesiz ki karakterlerimizin bir araya gelerek bir dövüş klubü kurmaları ve bu klubün “birilerini döverek kendimizi rahatlatalım” amacından saparak ülke çapında bir ayaklanma planına dönüşmesi şeklinde özetlenebilir. Konunun ayrıntılarıyla verilmesi filmin güzelliğini baltalayabilir diye düşündüğümde çok derine inmiyorum. Ancak izleyince neden ayrıntılı bir tarif vermekten kaçındığımı anlayabilirsiniz.
  Filmde yer alan dövüş sahneleri bazılarını rahatsız edebilir ancak kendinizi bu sahnelerin şiddet dolu içeriğinden soyutlayabilirseniz çok keyifli olabilir. Üstelik oyuncuların harikalığı, yönetmenin ustalığı da her karesinde kendisini gösteriyor. Konu itibariyle yüzeysel olmanın çok ötesinde, açıkça yaptığı kapitalizm eleştirileriyle de bunu da kanıtlıyor. Aynı zamanda sizi kolayca içine çekebilecek ve sahip olduğu atmosferi izleyicilerine de hissettirebilecek bir film. 
   Bütün bu karışımın içine soundtrack olarak Pixies-Where is my mind? ı da katarsanız filmin neden bu kadar çok beğeni aldığını ve neden bu kadar çok hayranı olduğunu daha net bir biçimde görebilirsiniz. Genel güzelliğinin haricinde, yıllar sonra bile screenshotlarını her yerde gördüğümüz bir film olan Fight Club her zaman için başa dönüp izlenebilecek filmlerden.
Yazan: Tuğçe Öpöz

Dünya Bond Gününde Yeni Film Skyfall'ın Müziği Yayınlandı

  Bugün James Bond'un doğuşunun 50. yılı. Bu nedenle olsa gerek çekimleri İstanbul'da olan Skyfall'ın tema müziği yayınlandı. İngilizlerin meşhur ajanının son filmini bir başka İngiliz harikası Adele seslendiriyor.
Yazan: Hürrem Erdoğan